HAYAT’TAN

Teknoloji Olmasa Ne Yapardık?

teknoloji

Teknolojiyi, tercihimiz olsa da olmasa da, hayatımızın her aşamasına sokmuş durumdayız. Öyle ki, bu konuyu düşünürken bile internetten görsellere bakmak, yazmak için ise tabletimi kullanmak zorunda kalıyorum..Paris Charles de Gaulle havalimanının heryerinde sunulan ücretsiz kablosuz internet, bekleme salonlarındaki binlerce kişiyi esir almış, kafalar öne eğik akıllı telefon veya tabletle ilgilenir halde dünyadan koparmış. Henüz 3-4 yaşındaki bebekler çizgifilm izlemek için tableti elindeki biberonu kadar hünerli kullanıyorken emekliliğini gezerek geçiren 70 yaş üstü baylar ve bayanlar, milliyetlerinden bağımsız olarak akıllı telefonda sosyal paylaşım içindeler..Çok tanıdık bir tablo, günümüzde nereye gitsek karşımıza çıkacak sıradan bir tablo.

Cep telefonumuz yanımızda olmadığında kendimizi çıplak ve savunmasız hissettiğimiz, sürekli bir huzursuzluk içinde olduğumuz bir dönemde yaşıyoruz. Haliyle “eskiden ne yapıyorduk biz??” sorusunu soruyoruz sıkça..teknoloji olmadan nasıl iletişim kurduğumuzu unutmuş olma ihtimalimiz yüksek. Dün Küba’da bunun cevabını çok net gördüm. İnternetin, genel olarak da güncel teknolojinin pek yaygın olmadığı ülkenin en büyük kenti olan Havana’da bile insanlar yüz yüze iletişimlerini bozmamışlar. Çocukların samimi bir paylaşım içinde bulunması için bir lastik top veya ahşap bir oyuncak yeterliyken, büyükler esnaf muhabbetini, sokaklarda 40 yıldır tek bir çivi çakılmamış evlerin kapılarında komşu sohbetini hiç kaybetmemişler. Unutmuş olsak da benim gibi X kuşağı ve öncesi için hayat tam olarak böyleydi. Peki Havana’da tablo nasıl? Her yerde müzik, her köşede eğlence ve en önemlisi çok gülücüklü, bol kahkahalı içten ve mutlu sohbetler..

technology

Teknolojinin mutlu olmak için gerek şart olduğu fikrini bir anda yok eden, daha da ötesi, eski güzel günleri özleten bir araç olarak değerlendirmeye yönlendiren bu tablo karşısında insan yine de “en azından internetten vazgeçmeyelim” diyor çaresizce. Teknoloji olmasa mutlu olamazdık demek artık çok kolay değil benim için..

 

Uçaklarda Cep Telefonunu Neden Kapatıyoruz?

cellphone3

Mobil telefonlarımızın yanımızda olmadığı zamanlarda kendimizi ıssız bir adada savunmasız gibi hissettiğimiz şu günlerde uçaklarda en çok duyduğumuz ve hiç hoşlanmadığımız anonstur “lütfen cep telefonunuzu kapalı konuma getiriniz” ikazı. Hoşlanmasak da uymak zorunda olduğumuz bu tedbir neden gerekli? Aslında cevabı sorusunda saklı bir durum bu, en kaba haliyle bu bir tedbir..!

Elektronik cihazların çevrelerine yaydıkları istemli veya istemdışı emisyonların diğer elektronik cihazları etkilemesineElektromanyetik Girişim” (EMI, Electromagnetic Interference), herhangi bir girişimden etkilenmeden ve girişimde bulunmadan çalışmaya da Elektromanyetik Uyumluluk” (EMC, Electromagnetic Compatibility) dendiğini önceki yazımda paylaşmıştım. Uçaklarda alınan bu tedbirin en temel sebebinin bu kavram olduğunu bulmak zor değil.. Peki cep telefonları gerçekten EMI sebep olur mu? Bu sorunun net ve genel geçerli bir cevabı yok, sadece olabilir, olma ihtimali var denilebilir çunku girişim bir çok etmene bağlı; kaynağın frekansına, genliğine, ortama, kuplaj şartlarının gerçekleşmesine vs vs. Bütün elektronik cihazlar çalışırken doğaları gereği çevreye bir miktar emisyon yayarlar, az ya da çok…Bu emisyonların uçağın duyarlı sistemleri üzerinde girişimde bulunması durumunda hayati öneme sahip risk oluşturacağı tartışmasız bir gerçek!

cell

Her ne kadar uçaklar gerek cihaz bazında gerek bütün sistem olarak EMC testlerinden geçirilip standartlara uygunluğu sertifikalandırıldıktan sonra uçuşa çıksalar da, test koşulları ile gündelik hayatta karşılaşacakları koşulların birebir uyumlu olacağının garantisi yok! Yüzde birlik bir hata payının bildirilmesi bile uçağı kullanmaktan vazgeçmemiz için yeterliyken bu girişim riskini almak çok da akılcı durmuyor…

Peki riskin büyüklüğü nedir???

Cep telefonumuzu haberleşme amacı dışındaki fonksiyonlarıyla kullanırken (fotoğraf çekme, müzik dinleme vs.) gerçekleşen işlevin  istem dışı ve de çok küçük genlikte emisyonlar yarattığını rahatlıkla söyleyebilirim. Yani “risk büyüktür sıfır” ama net bir şekilde çok çok küçük. Ancak konu mesajlaşma, konuşma vb şekilde kablosuz haberleşmeyi gerektiriyorsa, bu işlevleri yapmak için cihazımızın istemli olarak emisyonda bulunduğunu, baz istasyonu ile haberleştiğini veya haberleşmeye çalıştığını, kesintisiz haberleşebilmek için gücün yüksek değerlere çıkabildiğini, bunun da uçağın sefer sistemlerini bozabilecek riski yarattığını biliyoruz. Günümüz teknolojisinde bu risk de minimize edilmiş olmasına rağmen gözardı edilemeyecek kadar önemli..

Sonuç; uçuş süresince cep telefonlarından uzak kalmak, tehlike riskimizi azalttığı gibi yüz yüze iletişime mecbur ederek sosyalleşmemiz için bir fırsat da yaratabilir…

Tek Suçlu Cep Telefonları mı??

Teknolojinin hayatımızın her aşamasına girmesinden, kazandırdığı konfor nedeniyle oldukça memnunuz. Ancak bizi mutlu eden herşeyin mutlaka bir şekilde zararı da oluyor. Cep telefonları bundan 15 yıl önce oldukça kısıtlı kullanıma sahipken şimdi hepimiz iki telefon taşıyor, çocuklarımıza ayrı mobil telefonlar alıyoruz. Cep telefonlarının insan sağlığına ne derece zarar verdiği konusu, sadece akademik çevrelerin çalışmalarının değil, günlük yaşantımızda futbolun, modanın hatta yemek tariflerinin konuşulduğu ortamların da popüler bir konusu. 🙂

Bu konuda yapılan binlerce çalışma, yayınlanan çok sayıda makale ve kitap var. TÜBİTAK’ta görev yaptığım dönemlerde bu konu daha popülerdi…yaptığımız akademik çalışmalar ayrıca değerlendirilebilir, ancak gündelik yaşantımızdan gelen sorular bir dönem ciddi bir e-posta ve telefon trafiği oluşturuyordu…

Cep telefonları ile ilgili iki temel merak var; birincisi evinin-ofisinin yakınına baz istasyonu kurulan insanların aldıkları radyasyon konusunda endişeleri…ikincisi ise daha genel.. cep telefonu kullanırken sağlığımıza verdiğimiz zarar..

Baz İstasyonları..!

Öncelikle şunu belirtmek lazım, cep telefonları kendi aralarında değil, baz istasyonları ile haberleşir. Yani baz istasyonlarının bizden aldığı ve bize verdiği işaret ile cep telefonunu kullanırız. Bu hizmeti baz istasyonunun gücü yettiğince ve aynı baz istasyonundan aynı anda faydalanan telefon sayısı belirli bir limitin altında ise alabiliriz. Baz istasyonları, üzerlerindeki antenleri kullanarak GSM işaretlerini yayınlar. Bu ışıma, antenlerin baktığı yöne de bağlı olarak belirli bir açı ile yol alır.

Daha kolay hayal edebilmek için çizgifilmlerden karanlık ortamdaki bir deniz feneri görüntüsünü düşünebilirsiniz. O sahnedeki ışık gibi baz istasyonundaki elektromanyetik ışıma antenden başlayarak ve uzaklaştıkça genişleyerek yol alır. Mum dibini aydınlatmaz atasözünü de gözönüne alarak deniz fenerinin dibinde oturan kişinin fenerin ışığından etkilenmesi mümkün müdür?? Baz istasyonlarında da durum aynı, binamıza konulan istasyonun bize zararı olmadığı gibi herhangi bir faydası da olmaz..Bu konuda genel geçerli bir standart olmamakla birlikte Dünya sağlık örgütünün ve ICNIRP’nin verdiği limitler var. Ülkemizde bu limitlerin epey altında değerler sınır kabul ediliyor.

Peki ya cep telefonları??

Kullandığımız cep telefonlarına gelince…sesimizi, mesajımızı, resmimizi hatta videoumuzu bir yerden bir yere gönderebildiğimize göre bir elektromanyetik radyasyon olduğu kesin. Zaman geçtikçe canlı sağlığına daha az zarar veren teknolojiler geliştiriliyor, ürünler daha sıkı test ediliyor…Elektromanyetikte çok temel bir kural bize oldukça fayda sağlayabilir: “Elektromanyetik alan mesafe ile zayıflayarak azalır”. Cep telefonunu kulağımıza dayayarak konuşma ile 5 cm mesafede tutarak konuşma arasında ciddi bir fark var. Kulaklık kullanıp telefonu bedenimizden uzak tutmak ise en ideal çözüm.

Baz istasyonlarının yayınımı ile ilgili onlarca ölçme yapmıştım; bunu sistemi aklamak için söylemiyorum ama insanların bulunabileceği alanlarda, verilen limitlere uzaktan da olsa yaklaşan bir değer hiç görmedim. Peki ya cep telefonu kullanımı?? İnsan vücuduna, özellikle metabolizmaya, az ya da çok, zararlı olduğu kesin olmakla birlikte evde gündelik hayatımızda kullandığımız elektrikli süpürge, mutfak robotu, saç kurutma makinesi, bilgisayar, televizyon gibi cihazların elektromanyetik yayınımının kimsenin zihnini meşgul etmemesi bir çelişki gibi..bu aletlerin radyasyon miktarlarını araştırın derim 🙂

Sonuç olarak, yüksek genlikli elektromanyetik enerjiye uzun süre maruz kalmanın zararı tartışılmaz..genlik için verilen sınır değerler insan üzerinde yıllarca süren deneylerle doğrulanmış değil de, teori ile türetilmiş değerler olduğundan güvenilir değerler olduklarını kimse iddia edemez. Kanser vakalarındaki artışın önemli bir nedeni de teknoloji ile hayatımızda yaygınlaşan elektonik cihazların emisyonları mı??.. belki..! Bunu yıllar sonra daha net goreceğiz..Günümüz teknolojisinde çevremizdeki elektromanyetik enerji kaynağı olan yüzlerce cihazdan sadece biri cep telefonu…zararı çok mu?? Sıfırdan büyük 🙂

Ar-Ge’ciler Asosyal midir??

Araştırma-Geliştirme konusunun şirketler için önemini, organizasyondaki yerini, yöneticisinin özelliklerini daha önceki yazılarımda paylaşmıştım. Peki ya Ar-Ge çalışanları?? Özellikle teknoloji sektörlerinde boy gösteren şirketler için tartışmasız bir gerçek var; Ar-Ge’nin performansı şirketin kaderini çizer…Ar-Ge çalışanları şirket için belirleyici konumdadır. Peki Ar-Ge çalışanlarının performansını ne belirler??

Genel geçerli bir kural: takım ruhu kuvvetli olan ekipler iş hayatında başarıya en az bir adım daha yakındır. Ar-Ge’de de böyle mi?

Asosyal terimi, sosyal ifadesinin zıt anlamlısı olarak “sosyal olmayan insan davranışları sergileyen” olarak tanımlanıyor. Asosyal insan, toplum içine giremeyen veya girmeyi tercih etmeyen, insanlarla iletişim kurmaya öncelik vermeyen bireydir. Şimdi karşımıza iki soru çıkıyor: Ar-Ge’ciler asosyal midir? Eğer cevap evetse, Ar-Ge’ciler sosyal olmalı mıdır..?

Teknik alanlarda çalışıp gerçek anlamda Ar-Ge yapan şirketlerde, Ar-Ge mühendisinin birinci görevi araştırma yapmak, elde ettiği verilerle de geliştirmede bulunmaktır. Araştırma kısmı günümüzde internet gibi mucizevi bir araç sayesinde çok daha kolay. Ama yine de kütüphaneler, kitaplar, yayınlar, makaleler vb. birçok kaynak araştırmanın temelini oluşturuyor. Bu bağlamda araştırma genel olarak bireysel bir faaliyet gibi değerlendirilebilir. Geliştirme kısmına gelince, tasarımlarda bireysel çalışmak mümkün, ancak hiçbir geliştirme faaliyeti satınalmacılarla, testçilerle, mekanikçilerle, grafikerlerle ve sektöre göre daha bir çok farklı departmanla iletişime geçmeden tamamlanamaz..! Yine de özellikle konsantrasyon ve kesintisiz çalışma gerektiren bir Ar-Ge faaliyeti, kişinin çevresiyle iletişim kurmadan saatler, hatta bazen günler geçirmesine neden olabilir…ve bu tarz zamanla alışkanlığa ve bir davranış özelliği olmaya dönüşebilir. Bunu yönettiğim ekiplerde sıkça gözlemlediğimi söyleyebilirim.

İş ortamındaki iletişim yeteneği, her zaman ve yüzde yüz geçerli bir kural olmamakla birlikte aslında gündelik yaşamdaki iletişim yeteneği ile paraleldir. Kendi departmanındaki veya başka departmandaki bir iş arkadaşından talepte bulunacak olan Ar-Ge’ci, eğer sosyal yapıdaysa bunu muhabbet etmek veya paylaşımda bulunmak için bir fırsat olarak görürken asosyal yapıdaki mühendis bundan kaçmak için türlü yöntemler düşünür, ve genelde konuyu bir e-posta atarak kapatmaya çalışır.

İş hayatında paylaşımda bulunmayan veya toplum içinde yer almaya çalışmayan Ar-Ge’ci, genel olarak özel hayatında da bunu sürdürür, veya tam tersi olarak gündelik hayatında asosyal bir hayatı benimsemiş olan bir birey genel olarak iş ortamında da iletişimden kaçınan bir davranış sergiler. Oysa toplumun içinde olmayı seven, iş veya özel arkadaşlarıyla sosyal aktivitelerde bulunmaktan zevk alan bir Ar-Ge’ci için iş daha keyiflidir. Bazen iş ortamını da sosyalleşmek için kullanmayı, ben özellikle tavsiye ediyorum  🙂

Ar-Ge yapan mühendislerin, satış, pazarlama, halkla ilişkiler, kurumsal iletişim gibi bölümlerde çalışanlar kadar sosyal olma mecburiyeti olmadığı kesin.. ama özellikle takım ruhu ile başarı hedefleyen Ar-Ge ekiplerinde sosyalliğin pozitif performans sağladığı yadsınamaz. Ancak çalışan için opsiyonel olan sosyallik özelliği Ar-Ge yöneticisi için olmazsa olmaz, standart ve mecburi bir donanımdır  🙂

Sabah Sporu

Sabah işe geldiğimizde uyanmış oluyor muyuz?

Gece hangi saatte yatarsak yatalım sabah kalkıp işe gitmek hepimize zor gelmiştir. Çoğu zaman işe gitmek için bindiğimiz toplu ulaşım araçlarında, servislerde, hatta kullanmakta olduğumuz aracımızda tam olarak uyanmamış olan o kadar çok kişi var ki…Ofiste kahve içtikten sonra uyanmak hep moda..

Öğrencilik yıllarımdan edindiğim güne erken başlama kültürümü, iş hayatıma başladığım günlerden bugünlere kadar devam ettirdim. İşin temelinde disiplin var, sonrasında ise alışkanlık oluşuyor, sürdürmek kolay yani…

Güne başlama saati, ofise girme, servise binme veya evden çıkma saati olmamalı..!

Haftaiçi her sabah evden çıkma saatinden en az 1 saat önce kalkıp, kişisel temizlikten sonra kararında spor yapmak, bütün günü kurtarıyor diyebilirim. Kararında ifadesi önemli, zira bütün gece dinlenme haline geçen vücudu bir anda zorlayıcı spora sürmek özellikle kalp sağlığı için riskli. Sabah erken saatte yapılacak ve geneli kasları esnetmeye dayanan, ama mutlaka bir bölümünde anlık patlama yaptıracak (kısa süreli tempolu koşu, zıplama, seri şınav-mekik veya barfiks gibi) egzersizleri de içeren hafif ve çok uzun süreli olmayan spor, bütün günü kazanmanın altın anahtarı. Spor sonrası günün koşturmasını karşılayacak bir kahvaltı veya en azından kahvaltıya başlangıç yapmak altın anahtarı altın tepside sunmaya karşılık geliyor. Şimdi bu yazdıklarım yani önce spor sonra kahvaltı kulağa oldukça ütopik geliyor biliyorum, ama alışınca inanın zor değil.. Aksine bağımlılık yapıyor..

Bindiğiniz serviste iş arkadaşlarınız uyurken veya uykulu gözlerle çevreye bakarken, siz güne çoktan başlamış, yolculuk süresince okuyabilecek bir kitap arıyor, sizin gibi güne başlamış bir arkadaşınızla sohbet ediyor ve de ofise bir an önce ulaşıp sadece keyif için içeceğiniz kahvenizi düşlüyor olacaksınız…Sabah sporunun sizi gün boyu zinde tutacağını, iş veriminizin yükseleceğini kendiniz gözlemleyeceksiniz. Ve de eğer çalıştığınız yerde yönetici iseniz, bu konuda çalışanlarınız için bir rol model olacaksınız…

Şirketlerin başarılarıyla isimlerinden söz ettiren CEO’ larına bakın.. Ya da başarılı iş insanlarına.. Profesyonel kariyerlerindeki disiplinlerini tüm yaşamlarında uyguladıklarını, sporun önemini her anlamda keşfetmiş olduklarını ve sporsuz güne başlamadıklarını göreceksiniz..